Bir zamanlar Almanya’ya göçümüz vardı
Vakanüvis
Ülkemize gelen Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier’in ziyaret programında yer alan Sirkeci Tren Garı’ndaki sergi üçlüsü, 60 yıl önceki Almanya’ya göçe dair hatıraları bir kez daha canlandırdı.
Alman Cumhurbaşkanı’nın, “ işçiler; ülkemizin inşasına yardımcı oldular, güçlendirdiler ve toplumumuzun kalbinde yer aldılar.” ifadelerini kullandığı 1960’lı yılların başlarındaki işçi göçü, hem Türkiye hem de Almanya için yakın tarihin en büyük nüfus hareketlerinden birisiydi.
Darbe sonrası işsizlik ikiye katlanınca…
Türkiye’nin ekonomik büyüme hızı, özellikle 1950 yılından sonra hızla artan nüfusun istihdamına yetişmekte zorlanıyordu. Yine de Demokrat Parti iktidarı yeni yeni fabrikalar, iş alanları açarak işsizliği yıl yıl azaltmaya başlamıştı. Ne var ki, 27 Mayıs 1960’ta DP hükümetine yönelik askeri darbe, durumu kısa sürede kötüleştirecekti.
Merhum Adnan Menderes’in Başbakanlığının üçüncü yılında, 1952’de işsizlik yüzde 1,7 iken ve takip eden yıllarda da düşüş eğrisi gösterirken, kanlı 27 Mayıs darbesinin ikinci yılında, 1961 sonunda ise işsizlik bir anda yüzde 3,4 olmuştu. Başbakan ve bakanlar asan darbeciler, gayrimeşru yönetim tarzları ve iş bilmezlikleriyle ülkeyi bir çıkmaza sokmuşlardı.
Türkiye, siyasi ve ekonomik çalkantılarla boğuşurken, Avrupa’da ise bambaşka bir telaş vardı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra adeta bir enkaz yığınına dönüşen Avrupa ülkeleri, yeniden toparlanmak için önemli miktarda yabancı işçiye ihtiyaç duymaktaydılar. Bu ülkelerin başında ise iki dünya savaşına da katılan Almanya gelmekteydi.
Almanya, yeniden kalkınabilmek için yabancı işçi arayışındaydı. Darbe yönetimi, bu fırsattan yararlanabilmek için tarihsel bağlarımızın güçlü olduğu Almanya’dan medet ummuş, nihayet 31 Ekim 1961 tarihinde Alman ve Türk yetkililer misafir işçi anlaşmasını imzalamışlardı. Darbecilerin tasavvuruna göre hem işsizlik ateşi biraz sönecek hem de ülkeye döviz girişi olacaktı.
Plan, “işi biten” Türk’ü geri göndermekti
Ülkede iş bulamayan yüz binlerce insan için Almanya yeni bir umut kapısı olmuştu. Anlaşma uyarınca İş ve İşçi Bulma Kurumu, Almanya’ya gönderilecek işçilerin başvurularını alıyor, Alman İşçi Kurumu’ndan yetkililerin de bulunduğu bir ortak komisyon işçileri belirliyordu. İlk dönemde, haftada ortalama bin 200 işçi Almanya’ya gönderilmekteydi.
Bu süreçte Alman politikacılar, Türk işçilerine dair parlak nutuklar atsalar da işin aslı, Türkleri kısa bir süre için ülkelerinde bulundurmaktı. Göç sahası çalışmalarının dünya çapında saygın iki ismi olan Stephen Castles ve Mark J. Miller’in, mahrem görüşmeler ve gizli devlet belgelerinden de yararlanarak kaleme aldıkları “Göçler Çağı, Modern Dünyada Uluslararası Göç Hareketleri” isimli kitapta (2008) anlatılanlara göre, Türk işçilerin birkaç yıl içinde geri gönderilmesi planlanmıştı. Plan uyarınca Almanya kalkınacak, mamur olacak, işi biten Türkler de hızlıca ülkelerine yollanacaktı.
Almanlara göre, çalışmaya gelen Hristiyan işçilerin istisnası olabilecekken, Müslüman Türkler ise “mutlaka gönderilecekler” listesinde yer alacaktı. Onlar, “gastarbeiter” yani “misafir işçi”ydi. Kitapta, “Alman politikaları, göçmen işçileri; işe alınabilecek, kullanabilecek ve istediğinde tekrar ve hemen kovulabilecek geçici emek birimleri olarak tasavvur etti.” denilmekteydi. Ne var ki, gerek Almanya’nın imar işlerinin uzun sürmesi gerekse de Türklerin tabir-i caizse “dişli çıkması”, yıllar içinde Alman planını bozacaktı.
İlk kafileler, en fazla sömürülenlerdi
Misafir işçi anlaşması yürürlüğe girip, çalışma şartları netleşince, ortaya çıkan tablo, Almanya’nın ancak “kötü niyet”le tanımlanabilecek yaklaşımını ortaya koymuştu. Protokole göre, işçiler her çeşit ağır hizmeti görmekle mükellefti. İşçilere, sektör ve şirketlere dair net bir bilgi verilmemekteydi. Vasıflı işçi pek istenmiyordu, çünkü kalifiye işler Almanlara yaptırılıyor, sadece onların beğenmediği işler için Türk işçiler tercih ediliyordu.
Yine, protokol gereğince, bir işe giren işçi daha iyi imkânlara sahip yeni bir iş bulduğunda işini değiştirmekte özgür hareket edemeyecekti. Çünkü iş değişikliği, yerine getirilmesi çok güç, neredeyse imkânsız hükümlere bağlanmıştı. Ücret konusunda da asgari ücretten az maaş verilemeyeceği şartı konmuştu. Bu hükümdeki amaç da eğer bu ücretin altında bir meblağ belirlenecek olursa Alman patronlar gereğinden fazla Türk işçisi çalıştırma yoluna gidebilirlerdi.
Madende çalıştıracak çocuk işçi arıyorlardı
Ücretler konusundaki en bariz haksızlık ise 20 yıllık bir Türk işçiye verilen saatlik ücretin, kalifiye olmayan acemi bir Alman işçisinin ücretine ya denk ya da bundan da düşük olmasıydı. Almanlar ayrıca, Türk kadın işçileri daha fazla tercih ediyordu. Bunda; kadınların erkeklere göre daha disiplinli olmaları, daha kolay baskı altına alınabilmeleri, erkeklerden daha düşük ücreti kabul etmeleri gibi faktörler rol oynamaktaydı.
Alman yetkililer ayrıca, çocuk ve genç işçilere de özel bir ilgi göstermekteydi. O yıllarda Alman ergen işçiler hiçbir şekilde maden ocaklarında çalıştırılmazken, Türkiye’den ise 14-17 yaş arasındaki işçiler, yetişkinlere göre çok daha kolaylaştırılmış şartlarla, hızlıca Almanya’daki madenlerde çalıştırılmak üzere kabul ediliyorlardı. 14-17 yaş aralığındaki binlerce Türk, madenlerdeki daha kolay işlerde çalışan Alman ailelerin yanına yerleştirilmiş, çocuk ve gençlerden bu ailelere kendi anne babalarıymış gibi itaat etmeleri istenmişti.
Cami inşaatına Türkiye yardım etmeyince Ürdün Kralı destek olmuştu
Almanya’da sayıları giderek artan Türkler, sosyal ortamlarını dinî ve millî ilkelerine göre düzenleme çabasına da girmişlerdi. Fabrikalarda, domuz eti yedirilebileceği endişesiyle hayvanların, bir temsilcilerinin gözetimi altında kesilmesi ve Müslüman aşçı şartlarını hayata geçirebilmişlerdi. Münih’te bir cami inşa etmek için harekete geçen Türk işçiler, bir yandan Türk Büyükelçiliği yetkililerinin ilgisizliği, diğer yandan da belediyenin ayak diremesi üzerine, sorunu basına taşımışlar, konu tartışılmaya başlayınca da Münih Belediyesi geri adım atmıştı. Maddi destek arayışlarını sürdüren Türk işçilerinden dar olan Ürdün Kralı Hüseyin, caminin inşaatının bitirilmesi için yüklü bir bağışta bulunmuştu.
Bu arada, Türk hariciyesinin Almanya’daki Türklere yönelik ilgisizliğini göstermesi bakımından bir detay çarpıcıydı. O dönemdeki adıyla “Federal Almanya”nın başkenti Bonn’du ve bu şehirdeki Türk Büyükelçiliği, şehrin yaklaşık 25 kilometre dışında Mehlem isimli sayfiye yeri gibi bir köyde faaliyet göstermekteydi. Bu mesafeden dolayı Türk işçiler, büyükelçiliğe ulaşmada sorunlar yaşıyordu. Bu arada, dönemin bazı Türk Büyükelçileri ve Konsolosları ile kimi elçilik çalışanları Almanca bilmiyordu. Birçoğu, Almanya’da göreve başladıktan sonra Almanca kurslarına gitmeye başlamıştı.
“Bu işçiler komünist” deyip kurtulmaya çalışıyorlardı
Öte yandan, işçi göçünün başladığı tarihten birkaç yıl sonra, Alman enerji politikalarında doğalgaz ve petrole ağırlık verilip, kömür madenleri gözden düşünce yetkililer, Türk işçileri geri göndermek için arayışlara başlamışlardı.
Bu amaçla işçileri, – işçilerin tabiriyle – “domuz ahırı” gibi yatakhanelerde barınmaya zorluyorlar, kimi işçiler için de “komünizm propagandası yapıyor” suçlaması yönelterek, kolluk kuvvetleri ve yargı birimlerini harekete geçiriyorlardı.
Alman basını da provokatif yayınlarla kamuoyu oluşturuyordu. Bu iddialarla çok sayıda Türk işçisi sınır dışı edilmişti.
– Yrd. Doç. Dr. Mehmet Gökhan Genel, “Sirkeci Garı’ndan Munchen Hauptbahnhof’a”, Uluslararası Tarihi Yönleriyle 2. Türk-Alman Sempozyumu, Uşak Üniversitesi – Würzburg Üniversitesi, 14-17 Kasım 2013
– Dr. Erhan Acar, “1960-1965 Döneminde Türkiye’den Almanya’ya İşçi Göçleri”, Doktora Tezi, 2022
– Okt. Kadriye Şengül Kutlay, “Almanya’nın Türk İşçileri Kabulünden Günümüze Kimlik Problemleri”, Uluslararası Türk Dilleri, Edebiyatları ve Tarihi Dergisi, Y. 2017, C. 12, S. 13
GÜNDEM
03 Kasım 2024SPOR
03 Kasım 2024GÜNDEM
03 Kasım 2024SPOR
03 Kasım 2024SPOR
03 Kasım 2024GÜNDEM
03 Kasım 2024GÜNDEM
03 Kasım 2024